Daha önce kendinizle tanışmak üzerine bir yazı yazmıştım. Artık kendinizi tanıdığınızı düşünerek şimdi de kendinizi okuyun diyorum. Tabi okumak için, okuyacağınız şeyin dilini bilmeniz gerekir. Aslında çok eski bir dilden bahsedeceğim size. Doğumumuzla başlayan ve ölene kadar devam eden, çok iyi bildiğimiz bir dilden bahsedeceğim. O dil, bize has ve bize ait. Ana dilimizden bile daha eski ve daha şahsi bir dil. İçgüdümüzün sesi, bedenimizin kullandığı bir dil. Çoğu zaman ana dilimize alışmış olan aklımızın duymak istemediği ve baskıladığı bir dil. Bu dili, ilk zamanlar tek başımıza kullanmıyorduk. Annemizle birlikte kullandığımız bir dildi. Zamanla biz bu dili unuttuk ama anneler hala bu dili okuyabiliyorlar. Kaç yaşında olursanız olun, anneniz sizi çok iyi okuyor, her hareketinizi hatta içinizdeki sesi bile duyuyor. Ancak size müdahale etmiyorsa bilin ki arada size verdiği nasihatlerde gizlice içinizdeki sese sesleniyor. Ama biz o sese kulak vermiyorsak sonrasında "Annem demişti" diyoruz.
Bizi çok iyi tanıyan, bizimle bağ kurmuş insanlar da bazen bu okuma işini iyi yapıyorlar ve iç sesimizi duyup seslendiriyorlar bize. Ama biz yine duymazdan geliyorsak bu sesi, o kişilere "Sen demiştin" diyoruz.
Peki bu dile neden kulak vermek istemiyoruz? İçgüdümüzü yanlış biliyoruz çünkü. Kalbin söylediği, duygulardan gelen bir şey sanıyoruz. Halbuki içgüdü her canlıda bulunan bir alarm sistemidir. İç ses; sanılanın aksine duygu ağırlıklı bir ses değil, sizi tanıyan ve sonrasında yaşayacaklarınızı ve tepkilerinizi iyi bilen bir ses. O nedenle sizi uyaran bir dil bu.
Başarılı birçok insanın hikayesinde duyarsınız; " Risk aldım, evet; ama içimdeki sese kulak verdim" şeklindeki ifadeleri. Birçok bilim adamı bile buluş yaparken zekasının yanı sıra içindeki sese kulak vermiştir. Hepsi makale ve yazılarında bundan bahseder.
İçimizdeki ses bizi hastalıklara karşı da önceden uyarır ya da vücudumuzda meydana gelen değişimlere dair de uyarır. Bazen deriz ya " İçime kurt düştü, ben bir doktora gideyim" ya da " Ben bir doktora gideyim, en azından içim rahat etsin". İşte böyle zamanlarda iç sese kulak veriyoruz ama çoğu zaman geç kalıyoruz.
Kendimizi okumayı atlamamalıyız. Bize bedenimizin, içimizin verdiği sinyalleri es geçmemeliyiz. Bu alarm sistemini kapatmaya zorlamamalıyız. Bu ses sayesinde daha az hata yapar, hataların sonuçlarını daha hafif atlatırız. Bu bizi başarıya emin adımlarla taşır.
Peki içimdeki sesi ne zaman dinlemeliyim?Merak etmeyin, bu ses zaten konuşacağı zamanı iyi bilir. Zamanlaması şaşmaz, dolayısı ile ona bir şey sormanıza gerek yok, o size konuşur ve siz dinlersiniz. Bu aslında dinleme ve anlama üzerine bir iletişim şekli. Kendinizi gerçekten dinlediğinizde yanılma ihtimaliniz çok düşüktür. Ancak bu dinleme, tam anlamı ile ön yargılı, sorgulayıcı ve mantığınızla yönlendirdiğiniz yani sizin müdahalelerinizi içeren bir dinleme ise, iç sesinizi doğru duyamaz sadece siz onu kendinize göre seslendirirsiniz. Bu da dikkat edilmesi gereken bir nokta.
Unutmayın önce kendinizi tanımalısınız. Buna dair bir yazı paylaşmıştım öncesinde, oradan yararlanabilirsiniz. Sonra içinize kulak vermeli, bedeninizi ve iç sesinizi duymalı, kendinizi okumalısınız. Başarı, bunların üzerine kurulursa size ait, gerçekten istediğiniz ve kalıcı bir başarı olur. Sizin başarınız olur.